MESNEVÎ’DEN (5)

Nice insan suratlı şeytanlar vardır. Onun için, her ele el vermek uygun değildir.
Kuş tutan avcı, kuşu avlamak için ıslık çalar, ötme taklidi yapar.
Aşağılık kişi, dervişlerin sözlerini, bir selim kalpli kişiye afsun okumak, onu afsunlamak için çalar.
Erlerin huyu, açıklık ve sıcaklıktır; aşağılıkların işi, hile ve utanmazlıktır.

 

(Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, C. 1, s. 25-6.)

 

MESNEVÎ’DEN (4)

Pusudan sizi görüp durur; fakat siz onu görmezsiniz, gaflet etmeyin sakın!
Avcı, daima taneler saçar; saçtığı taneler görünür de yapacağı kötülük görünmez.
Nerede tane görürsen, sakın oradan! Sakın da tuzağa düşme; kolun, kanadın bağlanmasın!
Taneyi bırakan kuş, o hilesiz, düzensiz ovanın tanelerini yer, doyar.
Ona kani olduğundan, tuzaktan kurtulur; hiçbir tuzağa düşmez; kolu kanadı bağlanmaz.

 

(Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, C. 3, s. 232.)

 

MESNEVÎ’DEN (3)

İhtiyat ona derler ki; seni davet ettiler mi, “Bunlar, benim sarhoşum, bunlar benim dostum, beni seviyorlar, beni istiyorlar” demeyesin.
Davetlerini, kuşlara çalınan ıslık bil! Avcı, pusuda gizlidir de kuş gibi öter durur.
Önüne de “seslenen, öten, çığıran budur” zannını vermek için bir ölü kuş koymuş.
Kuşlar, onu kendi cinsinden sanıp toplanırlar. O da onların derilerini yüzer.
Ancak Allah hangi kuşa ihtiyat ve tedbir duygusu vermişse, o kuş o taneye, o tuzağa aldanıp gelmez. İhtiyatsızlık, tedbirsizlik, pişmanlıktan ibarettir.

 

(Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, C. 3, s. 19.)

 

 

MESNEVÎ’DEN (2)

Sahranın yüzü dümdüz ve geniştir; ama her adımda bir tuzak var; küstahça koşmayı bırak!
Dağ keçisi “Nerede tuzak?” diye koşar; fakat yürüdü mü tuzağa düşer, boğazından yakalanır.
“Nerede tuzak?” diyordun ya, işte buracıkta, bak da gör! Ovayı gördün; ama tuzağı görmedin.
A şaşkın, çayırlıkta tuzak, pusu ve avcı olmadıkça (yağlı) kuyruk mu olur?
Bu yere küstahça gelenlerin kemiklerini, kellelerini gör!
Ey seçilmiş kişi, mezarlığa var da onların kemiklerine, başlarından geçenleri sor!
O kör sarhoşlara bak da aldanış kuyusuna baş aşağı nasıl düştüler, açıkça gör!
Gözün varsa körcesine gelme, gözün yoksa eline bir sopa al!

 

(Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, C. 3, s. 22-23.)

 

 

MESNEVÎ’DEN

Dağ keçisi, yüce dağ başlarında yiyecek arar, hiçbir zarara uğramadan koşar durur.
Yiyecek bulmak, yayılmak üzereyken ansızın feleğin sınaması gelir çatar.
Öbür dağa bakar, orada bir dişi dağ keçisi görür.
Derhal gözleri kararır. Bu dağdan ta o dağa sıçramak ister.
Dişi keçinin bulunduğu dağ, ona o kadar yakın görünür ki, oraya sıçramak, ev kapısının etrafında koşup dolanmak kadar kolay gelir.
Binlerce arşın yol, ona iki arşınlık bir mesafe gibi görünür, o sarhoşlukla sıçramak ister.
Sıçrayınca da iki amansız dağın arasındaki çukura düşüverir.
O avcılardan dağa kaçmıştı; kaçıp sığındığı yer, kanını döker.
Avcılarsa o iki dağ arasındaki yarda oturmuş, bu azametli kaza ve kaderin zuhurunu beklemekteler.
Dağ keçisi, ekseriyetle böyle avlanır. Yoksa bu hayvan, pek yürük, pek çeviktir, düşmanını sezer, anlar.
Rüstem’in kellesi, kulağı yerindedir, sakallı, bıyıklı bir adamdır. Ama ayağını tutup onu kafese sokan tuzak, şehvettir.
Benim gibi şehvet sarhoşluğundan kesil, bu sarhoşluğu, devede seyret!

 

(Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled İzbudak, C. 3, s. 65-66.)

 

 

HZ. ALİ’DEN (46)

Büyük kişilerin zaferi bağışlamaktır, ihsanda bulunmaktır. Aşağılık kişilerin zaferiyse ululanmaktır/kibirlenmektir, azgınlık etmektir.

Yüce kişiden ona ihânette bulunduğun (itimadına hainlikle karşılık verdiğin) zaman çekin; aşağılık kişiden de ona ihsanda bulunduğun zaman (çünkü iyiliğine kötülükle karşılık verecektir); ihsan sahibindense (tamahkârlık edip daha fazlasını isteyerek) onu daralttığın zaman sakın.

(Nehcü’l-Belâğa’dan)

 

VAHDET-İ VÜCUD MESELESİ VE İBNÜ’L-ARABΠ(6)

Hallac ve İbnü’l-Arabî gibi Ehl-i Sünnet dışı isimlerin son zamanlarda popüler hale gelmesinin, Cüneyd-i Bağdadî gibi Ehl-i Sünnet’in sınırlarını taşmayan gerçek sûfîlerin, âbide şahsiyetlerin ise gölgede kalmasının, unutturulmaya çalışılmalarının, son asırlarda tekke ve tarikatların yozlaşmış olmasından ve oryantalizmin söz konusu sapık tasavvufî cereyanları sanki tasavvufun hakikî temsilcileriymişler gibi gündeme taşımalarından kaynaklandığını söylemiştik.
Üçüncü ayağı, İslam’ı tam öğrenememiş tasavvufa eğilimli yeni Batılı müslümanlar oluşturmaktadır. Mesela, Prof. Dr. Robert Frager’in “Kalp, Nefs ve Ruh” adıyla Türkçe’ye çevrilen kitabı, vahdet-i vücud düşüncesi eksenli mahzurlar taşımaktadır. Yazar, şöyle diyor:

 

“Sufiler genellikle ilimsiz, birşeye bakmaksızın ve gözlem yapmaksızın, tanımlamaksızın, örtmeksizin ve örtüsüz görürler. Onlar kendileri değildirler, eğer var iseler bile, Hakk’ın içinde vardırlar. Onların hareketlerinin müsebbibi Allah (c.c.)’tır ve sözleri Allah (c.c.)’ın onların diliyle söylediği sözlerdir ve onların bakışları Hakk’ın onların gözlerine giren bakışlarıdır. (Cenab-ı Hakk buyurdular ki; ‘Ben bir hizmetkârımı sevdiğim zaman, Ben, onun Rabbi, onun kulağıyım böylece Benimle duyar, Ben onun gözüyüm, böylece Benimle görür ve Ben onun diliyim böylece Benimle konuşur ve onun eliyim, Böylece benimle alır.’)” (15)

 

Yazarın parantez içinde verdiği ifadeler, Buharî‘de yer alan bir kudsi hadîs.. Bunun şerhi ile ilgili olarak, Madve Yayınları tarafından yayınlanan Kudsi Hadisler kitabında şu bilgiler veriliyor:

 

“Allahu Teala’nın ‘gözü, kulağı, vs. olurum’ demesi mecazi anlamdadır. Yani Allahu Teala’nın kulunun her azasına yardımcı olacağını, o kulun bütün azalarıyla Allah’ın yardımına kavuşacağını ifade etmektedir. Buradaki mananın şöyle olduğu da belirtilmiştir: ‘O kulum artık ancak Benim zikrimi duyar, Benim kelamımdan ve kitabımı okumaktan tad alır, ancak Bana münacaatle huzur duyar, sadece Benim melekutumun fevkalade durumlarına bakar, elini sadece Benim razı olacağım yerlere uzadır, ayağıyla sadece Benim rızama uygun olacak yerlere gider.’ Bu görüşü el-Fakihanî ileri sürmüştür. el-İttihadiyye [Allah ile kul arasında ittihat/birlik olacağını söyleyen grup], bunun hakikat üzere olduğunu söylemiştir…. Kutbuddin el-Kastallanî bu görüşü savunanların iddialarını çürütmek için çok beliğ bir risale yazmıştır…. Gönül ehlinin imamlarından Ebu Osman el-Cîrî, Beyhakî’ye isnad ettiği bir görüşünde bu hususu şöyle izah etmiştir: Allahu Teala böyle buyurmakla kulunun ihtiyaçlarını kulağından daha çabuk duyduğunu, gözünden daha çabuk gördüğünü, elinden daha çabuk tuttuğunu ve ayağından daha çabuk o ihtiyaçlarına vardığını ve karşıladığını bildirmiştir.”

 

Böylece, sapık tasavvufî cereyanlar (el-İttihadiyye), İbn Teymiyye’ye izafe edilen “tecsim” suçlamasını çok daha fazlasıyla hakeden bir yaklaşım sergilemektedirler. Neye karşı çıktıklarının, neyi savunduklarının farkında bile değildirler; işin açıkçası bu, çok fazla umurlarında da değildir.
Frager’in aksine, İmam Gazalî şöyle der:

 

“Mutlak surette güzellik, ortağı, eşi, benzeri ve dengi bulunmayan, kimseye ihtiyacı olmayıp dilediğini yapan, dilediği gibi hükmeden, hikmeti reddedilmeyen, muakkibi bulunmayan, yer ve göklerde ilminden hariçte zerre kalmayan, zalim ve cebbarların boyunları elinde bulunan, kimse kendi kudretinden, kahr u galebesinden kurtulamayan, ezelî olup varlığının evveli olmayan, ebedî olup sonu gelmeyen, varlığının nihayeti olmayan, bizatihî kaim olduğu gibi bütün yaratıkları ayakta tutan, yer ve göklerin mutlak hâkimi, canlı ve cansız bütün varlıkların yaratıcısı, izzet ve ceberutla tekleşmiş, mülk ve melekutu yaratmakla her yönden bir olmuş, fazl ve celal, parlaklık ve cemal, kudret ve kemal sahibi olup, celalini anlamakta akılların şaşırıp hayrete düştüğü, vasfını anlatmakta dillerin tutulduğu, ariflerin O’nun hakkındaki marifetlerinin kemali, acziyyetlerini itiraftan ibaret olduğu, bir Allah’tır. Nitekim Resul-i Ekrem: ‘Gereği gibi Seni sena etmekten acizim. Sen, kendini sena ettiğin gibi yücesin’ buyurmuş. Sıddîk-ı Ekber de, ‘Anlamadığını anlamak bir anlayıştır’ demiştir….” (16)

 

Notlar:

16. Robert Frager, Kalb Nefs ve Ruh, çev. İbrahim Kapaklıkaya, İstanbul 2003, s. 62.
17. Gazalî, İhyâu Ulumiddin, C. 4, s. 551-552.

 

Devamı için bakınız:

VAHDET-İ VÜCUD MESELESİ VE İBNÜ’L-ARABΠ(7)

 

SENİN KİM OLDUĞUN, ORTAĞINDAN BELLİ!

Image

 

Abdülhakîm SAYGIN

 

PBS kanalının deneyimli televizyoncusu Charlie Rose’a konuşan Başbakan Erdoğan şöyle demiş: “Bizim model ortağımızdan beklentilerimiz var. (“Ne bekliyorsunuz?” sorusu üzerine) Bunları sınır dışı etmesini. Ben Amerika’nın kendi güvenliğini tehdit eden birileri olursa ne yaparsam, stratejik ortağımız da bizim ulusal güvenliğimizi ilgilendiren bir konuda onu yapmalı.”
Evet, birileri, Erdoğan’ı “dünya lideri, İslam âleminin yeni umudu, zalimlerin korkulu rüyası vs. vs.” olarak takdim edip duruyor. Hızını alamayan bazıları da “Son kale Türkiye” edebiyatı yapıyor..
Neyin son kalesiyse?..
Laikliğin mi, Kemalizm’in mi, neyin son kalesi, orası açık değil..
Evet, dünyadan habersiz dalkavuklar taifesi, “Aç tavuk kendisini darı anbarında sanırmış” hesabı masallar anlatıyor, sonra da anlattıkları masallara kendileri inanıyorlar..
İnanmayanlara da öfkeleniyorlar.. Çünkü hayal dünyaları yıkılmış oluyor..
Gerçekte Türkiye ne?.. Ve, Erdoğan kim?..
Bu soruların yalın cevabı, Erdoğan’ın PBS kanalına yaptığı açıklamada veriliyor.
Maalesef Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye, ABD’nin “model ortağı”..
Dahası, “stratejik ortağı”..
Bu ortaklık, öyle böyle, sıradan bir ortaklık değil..
Stratejik ortaklık, hem de “model”..
Masal anlatıp duran “dalkavuklar” taifesi, kendilerine şu soruyu sorsalar iyi olur: ABD’nin stratejik ortağından İslam âlemi için kurtarıcı çıkar mı?..
“Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”
Sen ki, ABD’nin stratejik ortağısın, model ortağısın, bu halinle sen gerçekte nesin ve kimsin?.. Bir düşün..
Erdoğan, stratejik ortaklığın ne anlama geldiğini de çok iyi biliyor. Diyor ki: “Ben Amerika’nın kendi güvenliğini tehdit eden birileri olursa ne yaparsam, stratejik ortağımız da bizim ulusal güvenliğimizi ilgilendiren bir konuda onu yapmalı.”
Evet, Amerika’nın güvenliğini tehdit eden birileri olursa, “zalimlerin korkulu rüyası”, gerekeni yaparmış..
En büyük zalimin güvenliğini tehdit eden birileri olursa, onun stratejik ortağı olarak gerekeni yapan birine “zalimlerin korkulu rüyası” unvanının verilebildiğini görüp de kahrolmaması için insanın, acaba nasıl bir vicdansızlığa sahip olması lâzım gelir?
Bir de çıkıp, “Bizim Allah’tan başka kimseden korkumuz yok” diyebiliyorsun..
Allah’tan başkasından korkmuyor da, sadece Allah’tan korkuyorsan, bu ne biçim bir Allah korkusu ki, ABD’nin ulusal güvenliği için her şeyi yapmaya hazırsın..
Bu sendeki ne biçim Allah korkusu ki, ABD’nin ulusal güvenliği için her şeyi yapmaya hazırsın, fakat ülkendeki, derin odaklar ile hiç değilse dolaylı yoldan ya da zımnen işbirliği yapmaya razı olmayan insanların kendilerini kişisel güvenlik bakımından biraz olsun rahat hissedebilmeleri için hiçbir şey yapmıyorsun?
Hatta, tam aksini yapıyorsun?..

Bu mudur Allah korkusu, bu mudur?..