VAHDET-İ VÜCUD MESELESİ VE İBNÜ’L-ARABΠ(6)

Hallac ve İbnü’l-Arabî gibi Ehl-i Sünnet dışı isimlerin son zamanlarda popüler hale gelmesinin, Cüneyd-i Bağdadî gibi Ehl-i Sünnet’in sınırlarını taşmayan gerçek sûfîlerin, âbide şahsiyetlerin ise gölgede kalmasının, unutturulmaya çalışılmalarının, son asırlarda tekke ve tarikatların yozlaşmış olmasından ve oryantalizmin söz konusu sapık tasavvufî cereyanları sanki tasavvufun hakikî temsilcileriymişler gibi gündeme taşımalarından kaynaklandığını söylemiştik.
Üçüncü ayağı, İslam’ı tam öğrenememiş tasavvufa eğilimli yeni Batılı müslümanlar oluşturmaktadır. Mesela, Prof. Dr. Robert Frager’in “Kalp, Nefs ve Ruh” adıyla Türkçe’ye çevrilen kitabı, vahdet-i vücud düşüncesi eksenli mahzurlar taşımaktadır. Yazar, şöyle diyor:

 

“Sufiler genellikle ilimsiz, birşeye bakmaksızın ve gözlem yapmaksızın, tanımlamaksızın, örtmeksizin ve örtüsüz görürler. Onlar kendileri değildirler, eğer var iseler bile, Hakk’ın içinde vardırlar. Onların hareketlerinin müsebbibi Allah (c.c.)’tır ve sözleri Allah (c.c.)’ın onların diliyle söylediği sözlerdir ve onların bakışları Hakk’ın onların gözlerine giren bakışlarıdır. (Cenab-ı Hakk buyurdular ki; ‘Ben bir hizmetkârımı sevdiğim zaman, Ben, onun Rabbi, onun kulağıyım böylece Benimle duyar, Ben onun gözüyüm, böylece Benimle görür ve Ben onun diliyim böylece Benimle konuşur ve onun eliyim, Böylece benimle alır.’)” (15)

 

Yazarın parantez içinde verdiği ifadeler, Buharî‘de yer alan bir kudsi hadîs.. Bunun şerhi ile ilgili olarak, Madve Yayınları tarafından yayınlanan Kudsi Hadisler kitabında şu bilgiler veriliyor:

 

“Allahu Teala’nın ‘gözü, kulağı, vs. olurum’ demesi mecazi anlamdadır. Yani Allahu Teala’nın kulunun her azasına yardımcı olacağını, o kulun bütün azalarıyla Allah’ın yardımına kavuşacağını ifade etmektedir. Buradaki mananın şöyle olduğu da belirtilmiştir: ‘O kulum artık ancak Benim zikrimi duyar, Benim kelamımdan ve kitabımı okumaktan tad alır, ancak Bana münacaatle huzur duyar, sadece Benim melekutumun fevkalade durumlarına bakar, elini sadece Benim razı olacağım yerlere uzadır, ayağıyla sadece Benim rızama uygun olacak yerlere gider.’ Bu görüşü el-Fakihanî ileri sürmüştür. el-İttihadiyye [Allah ile kul arasında ittihat/birlik olacağını söyleyen grup], bunun hakikat üzere olduğunu söylemiştir…. Kutbuddin el-Kastallanî bu görüşü savunanların iddialarını çürütmek için çok beliğ bir risale yazmıştır…. Gönül ehlinin imamlarından Ebu Osman el-Cîrî, Beyhakî’ye isnad ettiği bir görüşünde bu hususu şöyle izah etmiştir: Allahu Teala böyle buyurmakla kulunun ihtiyaçlarını kulağından daha çabuk duyduğunu, gözünden daha çabuk gördüğünü, elinden daha çabuk tuttuğunu ve ayağından daha çabuk o ihtiyaçlarına vardığını ve karşıladığını bildirmiştir.”

 

Böylece, sapık tasavvufî cereyanlar (el-İttihadiyye), İbn Teymiyye’ye izafe edilen “tecsim” suçlamasını çok daha fazlasıyla hakeden bir yaklaşım sergilemektedirler. Neye karşı çıktıklarının, neyi savunduklarının farkında bile değildirler; işin açıkçası bu, çok fazla umurlarında da değildir.
Frager’in aksine, İmam Gazalî şöyle der:

 

“Mutlak surette güzellik, ortağı, eşi, benzeri ve dengi bulunmayan, kimseye ihtiyacı olmayıp dilediğini yapan, dilediği gibi hükmeden, hikmeti reddedilmeyen, muakkibi bulunmayan, yer ve göklerde ilminden hariçte zerre kalmayan, zalim ve cebbarların boyunları elinde bulunan, kimse kendi kudretinden, kahr u galebesinden kurtulamayan, ezelî olup varlığının evveli olmayan, ebedî olup sonu gelmeyen, varlığının nihayeti olmayan, bizatihî kaim olduğu gibi bütün yaratıkları ayakta tutan, yer ve göklerin mutlak hâkimi, canlı ve cansız bütün varlıkların yaratıcısı, izzet ve ceberutla tekleşmiş, mülk ve melekutu yaratmakla her yönden bir olmuş, fazl ve celal, parlaklık ve cemal, kudret ve kemal sahibi olup, celalini anlamakta akılların şaşırıp hayrete düştüğü, vasfını anlatmakta dillerin tutulduğu, ariflerin O’nun hakkındaki marifetlerinin kemali, acziyyetlerini itiraftan ibaret olduğu, bir Allah’tır. Nitekim Resul-i Ekrem: ‘Gereği gibi Seni sena etmekten acizim. Sen, kendini sena ettiğin gibi yücesin’ buyurmuş. Sıddîk-ı Ekber de, ‘Anlamadığını anlamak bir anlayıştır’ demiştir….” (16)

 

Notlar:

16. Robert Frager, Kalb Nefs ve Ruh, çev. İbrahim Kapaklıkaya, İstanbul 2003, s. 62.
17. Gazalî, İhyâu Ulumiddin, C. 4, s. 551-552.

 

Devamı için bakınız:

VAHDET-İ VÜCUD MESELESİ VE İBNÜ’L-ARABΠ(7)

 

Yorum bırakın